GEZİ'DEN AKBELEN'E DİRENİŞİN ÖYKÜSÜ

GEZİ'DEN AKBELEN'E DİRENİŞİN ÖYKÜSÜ

Muhtemelen Türkiye siyasi tarihine "Türkiye Cumhuriyeti'nin kırılma noktası" olarak geçecek 3 Kasım 2002'de, 3Y ile; yani 'yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar' ile mücadele etme sloganıyla, ama gerçekte Cumhuriyet'e meydan okumak, laikliği baltalamak, demokrasinin bütün kazanımlarını tarihe gömmek, kısacası Mustafa Kemal Atatürk’le hesaplaşmak için geldiler. Bu sığ, altyapısı ve ideolojik temeli olmayan, siyasal islam süslemeli demokrasi anlayışına kimisi koşulsuz teslim oldu, kimisi rant uğruna ses çıkarmadı. Ama bir kesim var dı ki, her dönem koşulsuz şartsız muhalif oldu. 
Yaratılan bu suni özgürlük, "amaç değil araç olan demokrasi" anlayışı, bizim "yetmez ama evet'çi" neo-liberal kesimde hızla popülerleşirken; tükenişin, yitirilişin, içi boşalan değerlerin farkında olan bir grup aydın ise adeta gericilikle yaftalanıyor, merkezinin neresi olduğu bilimeyen karanlık bir el tarafından adeta hedef gösteriliyordu.


Aslında tam da burada başladı ayrışma, kutuplaşma, tam da burada başladı bizim mahalle/karşı mahalle ayrışması, birbirimizi ötekileştirmemiz, biz olmayı bırakıp bireyselleşmemiz. Yıllar yılı gericiliğe, otoriterliğe, cehalete, işgale birlik olarak direnen bu halk böyle koparıldı birbirinden. Böyle başladık sadece kendimizi düşünmeye, biz dışında kalan her şeye yabancılaşmaya...
Önce demokratik haklarımızı, özgürlüklerimizi, devrimlerimizi çaldılar bizden; ses çıkaramadık, çünkü her şey hukuka uygundu. Sonra hukuk devletinin kökünü kazıdılar, biz yine sesimizi çıkarmadık; çünkü hukuk iktidarın sopasıydı artık."Silivri soğuktu"....
Ama bu böyle gitmemeliydi, gitmedi...
Sene 2013'e geldiğinde, susup kalmış koskoca bir milletin yıllardır yapamadığını gençler yaptı; direnmeyi, mücadele etmeyi, inanmayı unutmuş büyüklerine ömür boyu unutulmayacak bir ders verdiler. 2013 yılında görünüşte sadece birkaç ağacın sökülmesi gerekçesi ile başlayan direniş, aslında temelinde daha derin, daha güçlü bir içgüdüyü de tetikledi. Her şeyin metalaştığı, yozlaşmış, estetikten yoksun bir toplum düzeninde, özgürlükleri kısıtlanan, yok sayılan gençler belki de kendilerini ağaçlarla özdeşleştirdiler, ağaçlarla kendi aralarında duygusal bir bağ kurdular. Ağaçlar ve akabinde yok olan ekosistem için canları pahasına direndiler, can verdiler. 8 gencecik canımızı savundukları topraklara emanet ettik hayatlarının baharında....O gün bu gündür ne cellat usandı kesmekten, yok etmekten; ne de direnenler vazgeçti haklı mücadelesinden. Eski Türkiye'de ormanlar, orman bekçileri tarafından korunurken; yeni Türkiye'de halk, ormanı devletten korur duruma geldi. Türkiye'nin dört bir yanında doğa talan edilirken gençler, köylüler, sanatçılar, aktivistler vazgeçmedi; hep direndi, direnmeye de devam ediyor. Güç olamazsa, ses olmak için; buradayım diyebilmek için... 
Bugünlerde yine direniş var Akbelen'de yeşil için; aslında o yeşilin içinde gizlenmiş hak ve özgürlüklerimiz, kaybettiğimiz sevgi, saygı ve hoşgörü için... 
Ve bu direniş hiç bitmeyecek, aynı Nazım'ın dizeleri gibi:
"Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim,
akar suyun
meyve çağında ağacın,
serip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına:
Çürüyen diş, dökülen et,
bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler,
Ve elbette ki sevgilim elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle,
işçi tulumuyla,
bu güzelim memlekette hürriyet."